Urla Rüyası???

7471-europyum15-izmir-saat-kulesi-5064-950px

En son ne demiştim? Urla rüyası mı?? Evet okuyucu Urla’da yaşıyoruz daha doğrusu Urla’nın sakince, yeşil ve güzel bir semtinde ama bir Urla rüyası varsa da onu yaşamadığımız kesin. Eğer insanların hayalindeki Urla yaşamını sürüyor olsaydık aylardır bu bloga bir yazı yazabilmiş olurdum. Hayır okuyucu bu Urla rüyası falan değil, bildiğiniz kapitalist sistemin beyaz yakalı köleleri olarak yaşamımızı sürdürüyoruz. Sabah hava hala karanlıkken evden çıkıp akşam karanlığında eve giriyoruz. Çoğu gün güneşi sadece pencere ardından görebiliyoruz ve oğlumuzun mutlu bir yaşam sürmesi arzusuyla geldiğimiz bu şehirde onu daha fazla görebilmemiz gerektiği düşüncesi ve sıkıntısıyla günleri geçiriyoruz.

Çok mu iç karartıcı? Belki öyle ama bu sürekli yağmurun yağdığı karanlık kış günlerinde insan iç açıcı şeyler bulmakta zorlanıyor. Ama bahar… Kabul etmeliyim bahar çok güzel buralarda. Mevsimlerin farklılaşması ilk kez bu kadar değişim yaratıyor hayatımda. Baharda doğanın canlanışını bu kadar yakından görmek bahçedeki ağaçların çiçeklenişini, bütün kışı ölü gibi geçiren asmanın mucizevi canlanışını görmek hele sabah işe giderken sıradan bir hareketle kapının önündeki ağacın dalına uzanıp aldığım bir çağlayı ısırıvermek ve her seferinde bunun harikalığına şaşırmak çok güzel… Yine de ancak daha insani çalışma koşulları ve insanın kendini ve ömrünü çalışarak tükettiği değil ömrünü ve kendini çalışarak yeniden üretebildiği, insanın kendini yeniden üretmesini sağlayacak boş vakte sahip olmasının bir hak olarak kabul edildiği bir dünyada yaşanabilir İstanbul ya da Ankara gecelerine bakarak hayal ettiğimiz Urla rüyası.

İzmir’e geleli bir seneyi geçti. Doğrusu hayatının ilk yarısını mayıs sıkıntıları içinde küçük ve taassuba mahkum edilmiş bir Anadolu kentinde geçiren, diğer yarısını ise Türkiye’nin en büyük iki kentine paylaştıran ben, İzmir’e geldiğimde bu kadar zorluk çekeceğimi söyleseler asla inanmazdım. Son yıllarımı İstanbul’da geçirsem de temelde bir Ankara tedrisatından geçtiğim içindir belki epey zor geldi bana İzmir’e alışmak, İzmirli’yi anlamak. Hala da başarılı olduğumu söyleyemem bu konuda. Yazacak bir sürü şey var ama bu mevzu, tek bir yazıya sığmayacak kadar uzun. Sadece şunu söylemeliyim ki İstanbul’da ve Ankara’da yaşamadığım yabancılığı burada yaşamamın nedenlerinden birini kavradım sanırım. İstanbul ve Ankara yerlisi olmayan şehirler ve İstanbul’da da Ankara’da da içinde geçirdiğiniz zaman, kurduğunuz bağlar, verdiğiniz emek oranında oralısınız. Bu yönüyle Ankara da İstanbul da dışarıdan gelenler için göreli bir eşitlik ortamı sunar. Nitekim Ankara da İstanbul da sahipsizdir daha doğrusu ikisinin de asıl sahibi diye bir şey yoktur ya da ortada asıl sahip diye bir şey kalmamıştır. Ama İzmir hala sahipli bir kent. Bu kentin yerlileri, gerçek sahipleri var, bu kentin kendine has davranış kalıpları gevreği, çiğdemi var. Bu nedenle ki gerçek sahipleri olan bu kentte her zaman yabancı olacağımı kavradım kısa zamanda. Ama bazen biraz yabancı kalmak iyidir belki ya da gerçekte hiçbir yere kendini tam olarak ait hissedememiş benim için gerçekle sert bir yüzleşmedir İzmir… Sonuçta İzmir’in sahipli olması İzmir için güzel elbette; gerçi bu sahipliğin mesela etrafa çöp atmak konusunda ülkenin geri kalanından daha iyi bir tablo yaratmaması da ilginç ama ne diyelim yine de İstanbul kadar istismara uğramış, Ankara kadar mağdur edilmiş değil İzmir en azından.

Son olarak bu kente ilk geldiğim günlerde elimde gezdirdiğim Bilge Umar’ın İnkılap Yayınları’ndan çıkan Ionia kitabının İzmir’le ilgili bir bölümünü paylaşacağım sizinle. Son yıllarda çoğu bir çeşit mülteci gibi İstanbul’dan bu kente sığınan çok sayıda orta sınıf yurttaşın varlığına alışmaya çalışan, bazen şikayetlenen bu kentin unutulmuş tarihindeki ilginç bir döneme yer veriyor kitap sayfalarında. Şöyle anlatıyor Herodot’a dayanarak Umar:

” (Eski) Smyrna, başlangıçta, Batı Anadolu’nun Ege Deniz kıyılarının kuzeydeki yarımını Helenleştirmiş Aiolos boyunun eline geçmişti ve aslında İonia kapsamında bulunan Notion sayılmazsa, onların elindeki kentlerin en güneyde olanıydı, dolayısıyla tam Aiolos- İonia sınırındaydı. Ancak, İÖ 700 sıralarında, yakındaki İon kenti Kolophon’da politika yüzünden halkın ikiye bölünmesi ve bir bölümün oradan ayrılmak zorunda kalması üzerine bu göçmenleri kente alan Smyrna/İzmir’liler, pek nankörce bir karşılık aldılar: kentin asıl halkının Dionysos şenlikleri için kent dışına çıkmasından yararlanan sığıntılar, sur kapılarını kapatıp kenti ele geçirdiler. Yerliler kenti kuşattı, diğer Aiolos boyu Hellen ketlerinden de onlara yardımcı asker geldi, ama sonunda bir anlaşmaya varıldı: yerlilerin kent içinde kalmış bütün taşınır malları onlara verilecek, bu kişiler kente dönmekten vazgeçip diğer Aiolos Hellenleri kentlerine dağılacaklardı, Smyrna işgalcilere kalacaktı. Bu anlaşma yerine getirildi, kent artık bir İon kenti oldu (Herodotos. 1 150)

Neyse ki tarih söyledikleri gibi her zaman tekerrür etmiyor? Yoksa ediyor mu? Ne dersiniz?

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: